Bu satırları yazarken İstanbul hayatımızın metaforu gibi! Kopkoyu bir sis kentin üzerine çökmüş. Hava amonyak kokuyor. Uzmanlar “mecbur değilseniz sakın dışarı çıkmayın” diyor.
Neyse ki aynı uzmanlar “rüzgar, yağmur kapıda.. pisliği süpürüp götürecek” diye müjde de veriyor.
Aslında yılların kirini pasını hangi rüzgar, nasıl bir yağmur temizler bilemiyorum. Yazının başlığı bile “işiniz zor” diyor sanki.
Gençler bir bakışta çözecektir… Ben bilmeyenler için yazayım: Son günlerin en moda şarkısı, bu! Rap tarzında. İlk dört günde 4 milyon dinlenmiş. Hakkında binlerce haber yapılmış. Deniyor ki haberlerin birinde: Lvbel C5 yeni şarkısıyla tüm ülkeyi havlattı. Neyin nesi diyorsanız… Tümünü almayayım buraya. Ama bir bölümünü paylaşayım ki memleketin estetik düzeyi hakkında fikriniz olsun:
“Gece saat üç, yollardayım
Bazen Azer Baba, darlardayım
Güzelsin İstanbul kokusundan
Kilo hesabı paraları tartmaktayım (Hı)
Tersiz, sen Fener, ben de GS
Yeni markasınız like a DS
Millet diyo’ “Sihirlisin bence”
Ben olmasam binemezdin Benz’e
Haydi, haydi, haydi, haydi
Kızlar elleri kaldırsın
Haydi, haydi, haydi, haydi
Herkes kendini kaptırsın
Onlar arkadan havlar
Roar-roar-roar-roar-roar-roar-roar-roar-roar
Dedim ki “Her şey bende var”
Var-var-var-var-var-var-var (Heh)
Onlar arkadan havlar
Roar-roar-roar-roar-roar-roar-roar-roar-roar
Dedim ki “Her şey bende var”
Var-var-var-var-var-var-var
Tersiz, sen Fener, ben de GS
Yeni markasınız like a DS
Millet diyo’ “Sihirlisin bence”
Ben olmasam binemezdin Benz’e
Haydi, haydi, haydi, haydi
Kızlar elleri kaldırsın
Haydi, haydi, haydi, haydi
Herkes kendini kaptırsın (Ha)Onlar arkadan havlar
Roar-roar-roar-roar-roar-roar-roar-roar-roar
Dedim ki “Her şey bende var”
Var-var-var-var-var-var-var (Heh)
Onlar arkadan havlar
Roar-roar-roar-roar-roar-roar-roar-roar-roar
Dedim ki “Her şey bende var”
Var-var-var-var-var-var-var”
*. *. *
Sadece “çılgın Z kuşağı gençleri dinleyip zıplıyor” zannetmeyin.
Muhafazakar sosyetenin neleri ve kimleri dinlediğini görseniz şaşırırsınız.
Paraları kilo hesabı tartanlar “var var..” diye dolaşıyorlar ortalarda. “Rabbim isteyen herkese versin” dualarıyla da gözlerini kapatıp şatafatın dibine vuruyorlar.
Yoksullukla o seviyenin arası hiç bu kadar açılmamıştı. Cehalet de hiç bu kadar revaçta olmamıştı.
Geçenlerde bir arkadaşım sosyal medyada dolaşan bir videoyu gönderdi. Ekrandaki yarışma programlarından birinde soru şu: “Geçtiğimiz günlerde vefat eden Sovyetler Birliği’nin son lideri kimdir?”
Yanıt için dört şık sunmuşlar: Kraliçe 2. Elizabeth, Mihail Gorbaçov, Kral Julien ve Pablo Neruda.
Yarışmacı aklından geçenin Kraliçe 2. Elizabeth olduğunu söyledi ama emin olmak için seyirci jokerini kullandı. Seyircinin yarısından fazlası da aynı “kanaatte” olunca kraliçeyi Sovyetler’in son lideri olarak Kremlin’in mozolesine uğurladılar.
*. *. *
Vallahi HAV HAV HAV!
Nasıl bir ülke yarattılar! Kadınların yarısı okuma yazma bilmiyor. Diplomalı diğer yarısı ise eller havada hayatın tadını çıkartıyor. Geçenlerde gördüm mesela, 6 aylık bebeğine kimbilir ne paralar dökerek “BEBEK KINASI” düzenliyor.
Birileri de halkı bilgilendireceğim, gerçeklerden haberdar edeceğim diye Silivri’de ömür tüketiyor.
*. *. *
Ne de olsa yaş 75. Artık her şeye ağlar oldum.
Hele son haftalarda.. Önce Kartalkaya otel yangını.
Sonra gazeteci dostlarımın gözaltına alınması ve sevgili Suat Toktaş’ın Silivri’ye gönderilmesi..
Ve teğmenlerin ihracı..
Her birine ayrı ağladım. En çok da yıllarca yan yana çalıştığımız Suat için gözyaşı döktüm. Onun tam aksine nasıl dimdik durduğunu bile bile.
Siyasal İslam / İktidar cephesine su taşıyanlar bir an durup olan bitene bir baksa görecek aslında. Kimler ne yalanların arkasına sığınıyor, kimler Sokrates gibi baldıran zehirini “şerefe” diye içiyor!
*. *. *
Suat Toktaş çok önemli bir örnek verdi…
Saray kalemşörlerinden birilerinin zannedip algı oluşturmaya çalıştığı gibi “arkadaşlarının oyununa / satışına gelmedi”. Öne çıktı. Başına gelecekleri bile bile “sorumlu benim” dedi.
Tam da Kartalkaya’da onca insanın, çocuğun hayatını kaybettiği yangın sonrası iktidar mensuplarının sorumluluktan kaçmak için kılıktan kılığa girdiği sırada.
Perde arkasında bu tutumundan vazgeçirme çabası olsa da, Suat geri adım atmadı. Başı dik, Silivri’ye gitti.
Teğmenler de öyle yapmadı mı!
“Bizi ihraç edebilirsiniz ama vatan ve Atatürk sevgisini yüreğimizden sökemezsiniz” demedi mi?
Fatih Portakal’dan söz etmeyeceğim. Değmez.
Ama gazetecilik üzerine size bir şeyler söylemek isterim.
* *. *
Biz gazetecilerin sınırları yoktur.
Bizim ülkemiz “HAKİKATTİR”. Nazi Almanya’sında ya da Vietnam savaşında hakikati öğrenmek ve dünyaya anlatmak isterken hayatlarından bile olanları görmedik mi!
“Türkiye’ye göre gazetecilik” diye bir kategori yoktur. Olamaz. Bu en fazla Afganistan, İran, Kuzey Kore için söz konusu olabilir. Elbette oralar için de mücadele edip değiştirmek üzere..
Kilo hesabıyla para kazanan, Benz’e binenler anlayamazlar. Başını dik tutabilmenin değerine paha biçilemez.
Suat.. Silivri’ye defalarca giren ama gazetecilikten asla taviz vermeyen Barış.. Ve niceleri.. Bu ülkenin tarihine nasıl yazılacaklarını biliyoruz.
Teğmenlerin ihracına alkış tutanların.. Kartalkaya yangınında o ölümcül kapkara dumanların arkasına sığınanların nasıl yazılacağını bildiğimiz gibi.
Son günlerin şarkısı işte bu sonuncular için gelsin:
“HAV.. HAV.. HAV..”
More Stories
Kent içi trafik alarm veriyor! Yoğunluğu hafifletmek mümkün mü?
Kocaeli’de anne-baba vahşeti: Engelli oğullarını darbeden çift, gözaltına alındı
TAG Otoyolu’nda zincirleme kaza; araçlar alev aldı, 1 ölü 19 yaralı!